Yurttaşlar, ulus devletin birer hissedarıdır. Ortak hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla da aralarından temsilciler seçerek, ulus devletin yönetim organlarının oluşturulmasına ve bu organlarda görevlendirilen yöneticilerin, aralarında medeni bir işbölümü ve işbirliği yaparak devlet adına işlem ve eylemler yapmasına izin verirler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yurttaşlarının (hissedarlarının) devletin yönetim organlarından beklentisi, kısaca ifade etmek gerekirse, milli servetin artırılmasına ve bu artış neticesinde sağlanacak refahın adil şekilde tabana yayılmasına nitelikli öncülük edilmesinin güvence altına alınmasıdır.
Türkiye dahil hiçbir ulusun kendi ülke öz kaynağı, ulusal refahının sağlanması için yeterli seviyede olmadığından ulus devletler küresel ortamda birbirleriyle çetin rekabete girerler, sık sık da iş birliği yapmak zorunda kalırlar. Tüm yurttaşların kendi nitelikleri ölçüsünde paydaş olmadığı bir sistemde ‘’iyi ülke yönetimi’’ mümkün değildir.
Bir ulusun küresel rekabet gücü ve ulusal refah (R) ancak ülkenin temel stratejik faktörlerinin (s), ülkenin beşerî sermayesiyle, yani erdemli, nitelikli ve bilinçli yurttaşlarla (insanlarla)(i) ilişkilendirildiği noktada sağlanır (R = s.i2).
''Ulus devletler global arenada birbirleriyle rekabet ederler, öncü birlikleri ise şirketlerdir. Ulus devletler bütünsel iyi yönetilmelidir.''
Kitapta Öne Çıkan Kavram ve Tezler
Bölüm 1- Batılı Devletleri Kim Yönetiyor?
Batılılar yönetim başarıları nedeniyle dünyanın mutlu azınlığıdır. Önceki kuşak başarılı teorisyen ve uygulamacıların etkisi Batılı ülkelerde o derece yaygındır ki, yeni seçilen bir başkanın, başbakanın veya yürütme organının, almış olduğu görev bayrağını bir ilerdeki noktaya taşımaktan başka bir seçeneği yok gibidir. Günümüzde kimi düşünce insanları, söz konusu olguyu betimlemek için, gelişmiş Batılı ülkelerin, ortalama vasıflara haiz yöneticiler tarafından rahatlıkla yönetilmek üzere dâhiler tarafından kurulduğunu söyler.
Bölüm 2 - Devlete Bilanço Üzerinden Bakmak…
Bir kurumun değeri ile yöneticilerinin performansını ölçmek için ihtiyaç duyulan en önemli araçlardan birisi bilançolardır. Bilanço, bir kuruluşun varlıklarını, o varlıkların kaynakları (sermaye, kredi ve borçlar) ile ilişkilendirerek gösterir. Şirketlerin ve şirket tepe yöneticilerinin performansları da genellikle bilançolar üzerinden değerlendirilir.
“Devlet bilançoları”na ise bir bütün olarak ulaşmak zordur. Büyük ölçüde hükümetlerin gelir, gider ve bütçe açıklarını gösteren tablolarla yetinilir (nakit akış tabloları). Bu nedenle de yurttaşlar, devletin mevcut toplam varlıklarının ne olduğunu, nasıl değerlendirildiğini, geçmiş dönemlerden intikal eden ve yeni toplanan kaynakların hangi alanlarda kullanıldığını göremez ve ileride kendilerini bekleyen yükümlülüklerden haberdar olamaz. Halbuki devlet bilançolarının hazırlanması mümkündür. Bazı AB ülkelerinde devlet bilançosu mevcuttur.
Konsolide devlet bilançoları yayımlanmadığından, devletin yükümlülüklerinin, varlıklarının üzerine çıkmış olması pek çok ulus devlette görülememekte, dolayısıyla da kamuoyunda yeterince tartışma zemini bulamamaktadır.
Bölüm 3 - İstismar Toplumsal Bir Risktir
…refah devletinin en önemli unsuru, yurttaş (insan) odaklı olmasıdır. Bu da ancak, istisnasız her yurttaşa, çağdaş yaşam standartlarına sahip olabilme hakkı ve olanağı sunarak, ilaveten de temel ihtiyaçlarını giderecek kadar gelir garantisi verecek bir yönetim sistemiyle mümkündür. Refah devleti modelini savunanların hedefi sadece insani değerlere saygılı olmak değildir. Bu düşünürler, zor durumda olan veya alternatifi olmayan bireyleri, politikacıların, iş insanlarının veya diğer toplumsal kesimlerin muhtemel istismarlarından da korumak istemektedir. Oy vermeleri şartıyla asgari geçim standartlarına razı edilen bireylerin veya uygunsuz çalışma şartlarında düşük maaşla çalıştırılan mavi ve beyaz yakalıların toplumdaki mevcudiyetleri, sadece ahlaki değerlere aykırı değil, aynı zamanda toplumsal bir risk olarak görülmektedir.
Bölüm 4 - “Ülke Yönetimi” Tanımı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Uyumlu mu?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ülke yönetiminin sadece kurumsal tarafını tanımlayıp ağ tipi örgütlenme tarafını devletin yönetim organları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve yurttaşların inisiyatifine bıraktığından, pratikte uygulama alanı bulan kavram ülke yönetimi değil, devlet veya kamu yönetimidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devletin görev tanımını ise esnek bırakmıştır. Anayasamızın 5. Maddesinde devletin görevleri belirtilirken, bazı konularda “korumak, sağlamak” gibi keskin ifadeler yer alırken, bazılarında ise “yapmaya çalışmak” gibi yumuşak bir söylem tarzı tercih edilmiş ve dolayısıyla milli serveti ve toplumsal refahı artırmak için “devlet dışı kesimden” de katkı beklenmiştir.
Anayasa Madde 5: Devletin Temel Amaç ve Görevleri;
a) Türk Milleti’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi KORUMAK, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu SAĞLAMAK;
b) Kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya ÇALIŞMAKTIR.
Bölüm 5 - Ulusal Refaha Açılan Kapı: R = s.i²
Meşruiyet ve hesap verme gibi devlet yönetimindeki iki merkezkaç kuvveti yönetebilen toplumlar, tıpkı halka açık başarılı küresel şirketlerde olduğu gibi, az sayıdaki temel faktöre odaklanarak milli servetlerini ve refahlarını daha hızlı artırırlar. Siyasal bilimler veya iktisadi ve idari bilimler fakültesinde ilk dönem derslerini takip eden her öğrencinin bildiği söz konusu temel faktörler, ülkenin toprakları, ülkedeki insan varlığı (beşeri sermaye) ve sermaye birikimidir. Milli servet olarak da adlandırılabilecek bu faktörler eşzamanlı ve etkin şekilde kullanılır ve artırılabilirse, ülke sürdürülebilir bir kalkınma temposu yakalamakta ve yurttaşlar refah içinde yaşamaktadır. Bu formül yüzyıllardan beri değişmemiştir.
Milli serveti artırabilmenin yolu da R = s.i² formülüne bağımlıdır. Bu sembolik formül, ülke yönetimi için dikkate alınması gereken temel stratejik faktörlerin (s), ülkenin beşeri sermayesi, özellikle de erdemli, nitelikli ve bilinçli insanları (i) ile ilişkilendirildiği noktada, olağanüstü bir küresel rekabet gücü ve yüksek milli servet, dolayısıyla da ulusal refah (R) ortaya çıkar teziyle açıklanabilir.
Bölüm 6 - Tüm Devletlerin Ortak Sorunu
Milli servetini ve refahını artırmak isteyen toplumlar, ülkelerindeki anahtar yönetim pozisyonlarını, toplumun kendi alanında en nitelikli, erdemli ve aktif yurttaşlarıyla buluşturabilmelidir.
Erdemli yöneticiler hakkaniyet, inanç özgürlüğü, etik ve duygu gibi konuları içselleştirip “ticaret ve siyaset unsuru” yapmayan yurttaşlardır. Nitelikli yöneticilerse mesleki bilgileri yüksek ve bu bilgileri uygulama yetkinlikleri, görev aldıkları pozisyonlara en uygun (layık, liyakatli) kişilerdir. Aktif yöneticiler de çalışkan bireylerdir. Her üç özelliği de bünyelerinde barındıran yurttaşları, “rafine yönetici” veya “rafine yurttaş” olarak adlandırabiliriz.
Ancak, devlet yönetim organlarındaki anahtar yönetim pozisyonlarını rafine yöneticilerle eşleştirme sürecinin, büyük ölçekli şirketlerdeki gibi kurumsal bir tabana oturmaması sadece Türkiye’nin değil, tüm dünya devletlerinin sorunudur.
Bunun en önemli nedeni, ülke yönetimi kavramının bilimsel ve bütünsel bir öğretiye henüz dönüştürülememiş olmasıdır. Devlet kurumlarında seçim veya atamalarda kullanılan filtreleme mekanizmalarının gözenekleri, şirketlere nazaran çok daha geniş ve esnektir.
Bilimi esas alan eğitim imkânlarından yararlanarak, kendisini liyakat prensipleriyle geliştiren ve örnek davranışlarıyla, faaliyette bulunduğu çevresinin haklı (objektif) takdirini kazanıp göründüğü gibi olan yurttaşların yerine, bu yolları takip etmeyen, ancak hırsı ve retoriği güçlü olup kendisini olduğundan fazla gösteren yaman yurttaşların kritik yönetim pozisyonlarında görev alabilmeleri doğru olmasa da mümkün ve meşrudur. Ancak bunu demokrasilerdeki “eşitlik” bağlamında değerlendirmek adil değildir.
Bölüm 7 - Refahın Gerçek Teminatı Rafine Yurttaşlardır
Rafine yurttaşın mutlaka elit bir okuldan mezun olması gerekmez. Aslında bunun bir okulu yoktur. Bu yolculuk aile içinde başlar, erken gençlik yılarından itibaren yakın arkadaş, yaşanılan semt ve okul çevresinin etkileriyle devam eder. Bireyin yetkinliklerinin yüzde 70’ini iş ve hayat çarkının içinde aktif çalışarak edindiği sonucuna varan bilimsel çalışmalar mevcuttur. Düzenli eğitimin etkisi ise yüzde 10’luk bir dilimle sınırlı tutulmuştur.
Bu çarpıcı netice göstermektedir ki, diploma veya sertifikanın, prestijli eğitim kurumlarından alınmış olsalar dahi, kişisel gelişimdeki payı tahmin edilenden çok daha azdır. Alınan temel eğitim ancak pratikte doğru uygulama alanı bularak sınandığında, anlamlı olmaktadır.
Dunning-Kruger aydınlanma yolunu tanımlarken, çalışma hayatının hemen başındaki yüksek güvenli, az bilgi ve yeteneğe sahip bireyi, aptallık dağının zirvesinde görür. Birey, ilerledikçe umutsuzluk vadisi olarak tasvir edilen bir yola sapar ve kendisine olan güveni azalır, ancak bilgisi artmaktadır. Vadi yolunun sonu aynı zamanda cehaletten bilgeliğe geçişin başlangıcı kabul edilir. Burada artan güven ve bilgi seviyesi bireyin yükselişine omuz verir. Bu tırmanış aynı zamanda uzmanlaşmayı temsil etmektedir. Birey artık, üst düzey güven ve bilgi seviyesiyle, sürdürülebilirlik platosunda kendini bulur.
Aydınlanma yolunu takip eden bireylerde, sadeleşme kaçınılmazdır. Mesleki başarılarla birlikte gelen finansal özgürlük, detayları ve mükemmeli arama dürtüsünü harekete geçirir. Hayat gailesinin geri planda bıraktığı kültürel açlık ve ufuk açıcı deneyimler bir şekilde fırsat bulur. Böylece, rafine bir hayat için gereksiz unsurların yaşamdan “çıkarılması” süreci başlar. Bu, sonu gelmeyen ve bireye haz veren bir yoldur.
Kolayca anlaşılacağı gibi rafine yurttaş, günümüzde elit, seçkin, burjuva, zengin, aydın, entelektüel, duayen, münevver, mütedeyyin, akil insan, profesyonel, üstat, hoca, reis diye anılan gruplardan farklıdır. Onların bir hayli önündedir.
Hiyerarşi eksenli salt sadakat düzeninde yer bulamayan, ancak liyakat esaslı organizasyonlarda kendini gösterebilen bu bireylerin birlikteliği ve kolektif çalışma düzeni, toplumun sadece değer yaratma kapasitesinin yüksek seviyede kullanımını ve yeni kapasiteler yaratılmasını sağlamaz, aynı zamanda yönetim gücünün tiranlığa dönüşmesini de engeller. Sistemin dışladığı, ancak milli servetin ve toplumsal refahın artırılması için aktif rol almak isteyen yurttaşlar için de gerçek bir güvencedir.
20 Soruda Ülke Yönetimi Kavramının Akademik Öğretiye Dönüştürülme Gerekçeleri
1) Yönetim Nedir?
Yönetim, bir amacı gerçekleştirmek için bireylerin ya da grupların işbirliğini sağlamak ve onları eşgüdümleyerek belirlenen amaca doğru yöneltmek eylemidir. Yönetimin sürdürülebilirliği, kapsayıcılığıyla doğru orantılıdır. Diğer deyişle, yönetilenlerin istek, ihtiyaç ve hayalleri ne kadar dikkate alınılabilirse ve kendileri gönüllülük esasına göre ne kadar yönetimin bir unsuru yapılabilirlerse, bir tüzel kişiliğin yönetimi o derece sürdürülebilirdir.
2) Yönetim ihtiyacı nerede ortaya çıkar?
Toprak, hammadde, malzeme, ürün, para, araç gereç, bina, tesis, bilgi ve teknolojinin insanlarla buluştuğu her yerde “yönetim ihtiyacı” ortaya çıkar.
3) Ulus devletlerde yönetim ihtiyacı neden en üst seviyededir?
Ulus devletler, birbirine yakın kültürel motiflere, tarihi birikime ve etnisiteye sahip insan topluluklarının oluşturduğu ve sınırları belirlenmiş bir toprağı olan bağımsız siyasi birliklerdir. Yukarıdaki unsurların en yoğun şekilde bir araya geldiği tüzel kişilikler ulus devletlerdir. Ayrıca ulus devletler bünyelerinde çok sayıda ve birbirinden farklı istek, ihtiyaç ve hayalleri olan sosyal sınıfları, inanç, yaş ve cinsiyet gruplarını ve kurumları barındırırlar. Bunlara ilaveten ulus devletler birbirleriyle ‘’dostane rekabet’’ halindelerdir.
4) Ulus devletlerde ülkenin sahibi kimdir ve yönetim nasıl belirlenmelidir?
Cumhuriyet ve demokrasi rejimini benimsemiş ulus devletlerde sahipkarlık ilişkisi yurttaşlar arasındadır. Pek çok ülke anayasasının özünde bu durum farklı ifadelerle belirtilmiştir. Yurttaşlar, şeklî olarak ulus devletin ‘’hissedarı’’ olmakla birlikle, ulus devletin yönetimine doğrudan karışamazlar. Bunun yerine aralarından temsilciler seçerek, ulus devletin yönetim organlarının oluşturulmasına ve bu organlarda görevlendirilen yöneticilerin, aralarında ‘’medeni bir iş bölümü ve işbirliği’’ yaparak devlet adına işlem ve eylemler yapmasına ‘’izin verirler’’. Kurumsal ve ağ tipi organizasyonlar üzerinden de görüşlerini yönetime aktarırlar. Seçim ve referandumlarda bilinçli oy kullanarak genel tercih belirlemek en asgari yurttaşlık görevidir. Ülke yönetiminin bir parçası olmak, her yurttaşın “en soylu eylemi” olmalıdır
5) Cumhuriyet ve demokrasi rejimini benimsemiş ulus devletlerde yurttaşları temsil görevi, yetkisi ve sorumluluğu alan yönetim organlarının ana hedefi ne olmalıdır?
Ulus devletin yönetim organlarının görevi; milli servetin artırılmasına ve bu artış neticesinde sağlanacak ilave değerin, yani refahın yükseltilmesini ve adil şekilde tabana yayılmasına öncülük edilmesini güvence altına almaktır.
6) ’’Milli servet’’ nedir?
Milli servet, bir ülkenin sahip olduğu doğal varlıkları (jeopolitik dahil), insan kaynağı ve sermaye birikiminin toplamından, yükümlülüklerinin ve amortismanların (aşınma paylarının) çıkarılmasıdır. Sermaye birikimi, bir ulus devlette önceden ve hâli hazırda yaşayanların üreterek sahip oldukları, piyasalarda alınıp satılabilen her şeyin toplam piyasa değeridir.
7) Milli servet nasıl hesaplanır?
Pek çok ulus devletin ‘’konsolide ülke bilançosu’’ olmadığından ulus devletlerin milli servetlerini göremiyoruz.
8) Konsolide ülke veya devlet bilançosu neden yok?
Tarihsel nedenlerle… Önceki yıllarda bir ülkenin veya devletin bilanço pozisyonlarını tespit etmek, değerlendirmek ve güncel tutmak adeta olanaksızdı. Gelişen teknolojik imkânlarla bu artık mümkün. Sadece istenmesi lazım!
9) Refahın tabana yayılması nedir?
Aşağıdaki unsurları sağlayan toplumların refah içinde yaşadıkları yaygın bir kanaattir:
a) Barış içinde mutlu yaşayabilmek, özgür hareket edebilmek, inanç ve düşünce hürriyetini kullanabilmek, basın ve iletişim hürriyetine sahip olabilmek (politik unsurlar).
b) Toplumun genelinde yüksek verimlilik, yüksek ortalama gelir düzeyi, adil gelir dağılımı, yüksek teknoloji, kriz durumlarında kendi kendine yetebilme kabiliyeti (ekonomik unsurlar).
c) Temiz hava, temiz su, yeşil alan (ekolojik unsurlar).
d) Çağdaş eğitim imkânları, etkili sağlık hizmetleri, nitelik ve nicelik olarak yüksek seviyede kültürel arz, nitelikli serbest zaman olanakları, sosyal ve siyasi katılım kanallarına rahat ulaşım (toplumsal unsurlar).
10) ’’Ulusal refah’’ nasıl hesaplanır?
Tek bir endeks üzerinde uzlaşı sağlanamamış olmasına rağmen, bu konuda pek çok öneri mevcuttur. Örneğin Index of Sustainable Economic Welfare, Genuine Progress Indicator, Human Development Index, Index of Social Health gibi endeksler ve “Measurement of Economic Performance and Social Progress” ve Messung von Wohlstand’’ gibi çalışmalar bunlardan sadece bazılarıdır.
11) Milli serveti artırmak ve refahı artırarak tabana yaymak için ne yapmak gerekir?
Ülke toprağı en iyi şekilde değerlendirilerek ve jeopolitik iyi kullanılarak insan (beşeri) sermayesinin niteliği ve niceliği artırılmalı, sermaye birikimi yükseltilmeli, ayrıca dış ülkelerden nitelikli insan ve yatırım sermayesi çekilmeli, dış ülkelere nitelikli insan ve sermaye kaptırılmamalı…
12) Bu nasıl gerçekleştirilir?
Ulus devlet, küresel sisteme uyumlu, fakat özgün ve etkili bir yönetim sistemi ve stratejiyle diğer ulus devletlerle nitelikli işbirliği yapabilmeli ve aynı zamanda da rekabet edebilmelidir. Küresel rekabette başarılı olunup olunmadığının göstergesi, katma değerli teknolojik ürün, hizmet ve nitelikli diplomasiyle küresel pazarda kazanılan ‘’ulus devletin pazar payı’’dır. Ulus devletler kolektif ve rafine akılla yönetildikleri sürece değer yaratırlar. İyi yönetilemeyen bir ulus devlet küresel pazar payı kaybeder. Pazar payı azalan bir ulus devletin milli serveti erir. Yurttaşların refahı artmaz, koşulsallık içeren küresel anlaşmalar yardımıyla ödünç verilir.
13) Cumhuriyet ve demokrasi rejimini benimsemiş ulus devletlerde yönetim organlarının ‘’anahtar pozisyonlarına’’ seçilme şartları nedir?
Pek çok ülkede 18 yaşını bitirmiş olmak, yüz kızartıcı suç işlememiş olmak, ülkenin vatandaşı ve ilkokul mezunu olmak (veya bazı durumlarda herhangi bir üniversiteden mezun olmak) bu pozisyonlara seçilebilmek için hâlihazırda yeterli görülmektedir.
14) Hemen her yurttaşın rahatlıkla sağlayabileceği söz konusu şartlarla ülkenin anahtar yönetim pozisyonlarına seçilen veya atanan yöneticilerden oluşan devlet yönetim organları bir ulus devletin küresel pazar payını artırabilir mi? Bu iş bu kadar kolay mı?
Tabii ki değil… Ancak demokrasilerde her yurttaşa fırsat eşitliği verilmek istendiği için aday olabilme şartları düşük seviyede tutulmaktadır. Liyakat ilkelerine uymayan adayların seçimlerde eleneceği düşünülmektedir. Liyakat ilkelerine uymayan adaylar, eğer ülkenin anahtar yönetim pozisyonlarına seçilirlerse veya atanırlarsa, bu sistemin değil, toplumun sorunu olarak görülmektedir. Sorunlu toplumlar, ulus devlet tanımının içinde cumhuriyet veya demokrat kelimeleri geçse de, sorunlu yönetim sistemleri ve kadrolarla yönetilirler. Sorunlu yönetim sistemleri ve kadrolarla yönetilen ulusların ortak paydası, iyi yönetilen ulus devletler tarafından ‘’her zaman geriye çağrılabilir görece refah düzeni’’ ile bekalarını devam ettirmek zorunda bırakılmalıdır. İyi yönetilen uluslar bu sayede kendi ülkelerine servet ve beyin transferi yaparlar.
15) Ulus devletlerin anahtar yönetim pozisyonlarında görev almak için gereken donanımı sağlamak için günümüzde hangi bilimsel disiplinler öğreti sunuyor?
Siyasal bilimler ve onun müfredatı içinde bulunan devlet doktrinleri, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler, iktisat ve hukuk gibi öğrenim alanları bu konuda en bilinen akademik disiplinlerdir.
16) Neden Yönetim Bilimleri devlet yönetimine, özel sektördekine benzer öğretiler sunmuyor?
Yönetim bilimleri büyük ölçüde şirketlere öğreti sunmaktadır. Yönetim bilimlerinin günümüzde devlet yönetimine yeterince öğreti sunmamasının temel nedeni, şirket ve devlet yapılarının birbirine ölçek ve nitelik olarak hiç benzemediği yüzyıllar öncesinden makasın gittikçe kapandığı günümüze kadarki tarihsel gelişimde aranmalıdır. Yönetim bilimleri 1950’lerden sonra gelişip, yönetim öğretilerine o dönem olağanüstü ihtiyaç duyan yeni kurulmakta veya büyümekte olan şirketlere ilke, metot ve çözüm önerileri üretirken, kökleri çok eskilere dayanan ulus devletler, aydınlanma dönemi felsefeleri ve onların yeni türevlerinden beslenmeyi büyük ölçüde yeterli görmüştür. Örneğin demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi, cumhuriyet, monarşi, kuvvetler ayrılığı, insan hakları, hukukun üstünlüğü, parlamenter sistem, başkanlık sistemi gibi kavramlar çoğu zaman içselleştirilmeden, kısmen de orijinal içerikleri değiştirilerek refah sorunun çözümü olarak lanse edilmektedir. Bu alışkanlık büyük ölçüde devam etmektedir.
17) Eğer yönetim bir bilim dalı ise, devlet/ülke yönetiminde kullanılmaması için bir neden var mı?
Uygulamalı bir bilim dalı olan yönetim öğretilerinin; bilgi, bulgu ve sezgiyi öncelediğinden, duygu ve gerçekleri dikkate aldığından, metodik olmasına rağmen pragmatik düşünceyi dışlamadığından ve inanç sistemlerine saygı gösterdiğinden devlet/ülke yönetiminde kullanılmaması için hiçbir neden yoktur. Aslında ülke yönetimine öğreti geliştirmesi gereken ilk adres yönetim bilimleri olmalıdır.
18) Ülke yönetimi kavramı, kurumsal şirket yönetimi kavramı gibi ‘’kuramsal bir öğretiye’’ dönüştürülebilir mi?
Evet…
19) Bunu bugüne kadar akademi dünyasında yapan var mı?
Hayır… Ancak günün birinde söz konusu ‘’akademik inovasyonu’’ biri mutlaka yapacak!…
20) Neden?
Zira ülke nüfuslarının artmasına paralel olarak ulus devlet organizasyonları hızla büyüyerek, yönetilmesi zor, karmaşık bir yapıya dönüşmüştür. Hemen her devlet, cari, yatırım ve transfer harcamalarını olağanüstü artırarak, ülkelerindeki toplam milli gelirlerinin yaklaşık yarısını kullanır hale gelmesine rağmen, yeni sorunların ve küresel değişimin sistem üzerine yaptığı baskılar karşısında hızlı çözüm üretmekte zorlanmaktadır. Örneğin devlet yönetim organları küresel ölçekte hacmi ve hızı olağanüstü artan mal, para, insan, kültür ve bilgi trafiğini kontrol altına alamamaktadır. Esas riskli olanı, aşırı büyüyen kamu kesimi (devlet) gittikçe “fakirleşmesine” rağmen, zenginleşen özel sektöre ve orta ölçekli bir ulus devlet büyüklüğüne ve etkinliğine ulaşan bazı şirketlere hiç hoşlanmadığı ‘’koşulsallık ilkeleri’’ dayatmaktadır. Yurttaşlar, kamu-özel sektör oligarşiyle yönetilmeyi istemeyeceklerdir.
Özetle, bir ulus devletin milli servetini ve toplumsal refahının, dolayısıyla da küresel rekabetteki pazar payını artırma sorumluluğunun, sadece devletin yürütme organına veya devletin yasama-yürütme-yargı organlarına yüklenmesi doğru değildir. Zira bu yük, onların kaldıramayacağı kadar ağırlaşmıştır. Toplumun açık ara çoğunluğunu teşkil eden ve kamu kesimi dışında kalan tüzel ve gerçek kişilerin de iyi tanımlanmış ve üzerinde uzlaşı sağlanmış görev, yetki ve sorumluluk üstlenmesi gereklidir. Devlet yönetimlerinde halen hüküm süren siyasal doktrinlerde bu unsur yeterince dikkate alınmamaktadır.
Ülke yönetimi geniş boyutlu, derin ve multi-disiplinerdir. Yukarıdaki disiplinlere ilaveten yönetim bilimleri, mühendislik, psikoloji, sosyoloji, ekoloji gibi bilimlerin bilgi, bulgu ve uygulama tecrübesini de gerekli kılar. Yönetim biliminin bilgi, bulgu ve tecrübesini gerektirir, zira ülkenin ulusal refahı ancak bağlayıcılığı olan ve tüm paydaşlar tarafından benimsenen ulusal refah stratejisi ve kurumsal yönetim ilke ve yöntemleriyle mümkündür. Mühendislik biliminin bilgi, bulgu ve tecrübesini gerektirir, zira ülkenin refahı ancak iyi tasarlanmış, katma değeri yüksek teknoloji ve sanayi parkıyla mümkündür. Psikoloji biliminin bilgi, bulgu ve tecrübesini gerektirir, zira milli servetin artırılması ancak tüm yurttaşların mutluluğu ve gönüllü bir şekilde kalkınma sürecine katkısıyla mümkündür. Sosyoloji biliminin bilgi, bulgu ve tecrübesini gerektirir, zira milli refahın artırılması ancak toplumsal grupların hem farklı hem de ortak değer ve menfaatleri dikkate alındığı takdirde mümkündür. Ekoloji biliminin bilgi, bulgu ve tecrübesini gerektirir, zira ekonomik büyüme, doğal hayatı tahrip etmeden gerçekleştirilmek durumundadır.